BİR OK ATTIM

Padişah şehzadenin haline baktıkça kahroluyordu. Gün gelip tacını tahtını bırakacağı oğlu böyle mi olacaktı? Ne ok atmayı bilirdi, ne kılıç kullanmayı. Ne devlet işlerine merakı vardı, ne de askerliğe. Ne iki çift laf ederdi, ne söylenileni anlardı. Kendi halinde aylak aylak dolaşan, çoluk çocukla oynamaktan başka bir şey bilmeyen, zayıf, çelimsiz beceriksiz bir tipti şehzade.ama bu böyle devam edemezdi. Ne yapıp edip bu çocuğu adam etmenin yolunu bulmalıydı..

Memleketin en büyük alimlerinden birini çağırdılar. Padişah:
– bakasın hoca, dedi, sana bir talebe.. eti senin, kemiği benim! Şehzadeliğini bir kenara koyacaksın. Ne yaparsın, nasıl yaparsın bilmem, tam padişah gibi yetiştireceksin bu çocuğu. Sana üç yıl müsaade. Oldu ne ala, olmadı kelleni alırım!..

şimdi kara kara düşünme sırası alime gelmişti.mümkün değildi bu iş. Üç senede bir fare aslan olurdu, hatta bir kurbağa kartal olurdu belki, ama bu çocuk adam olmazdı! Allah’a sığındı, gününü gecesini şehzadeyi adam etmeye adadı. Ne yaptıysa olmuyordu, bir karış mesafe alamamışlardı. Bir can değil mi hepsi, verip kurtulayım, dedi sonunda, bu çileyi çekmektense…

günler ayları kovaladı, aylar yılları ve göz açıp kapayıncaya kadar üç yıl doldu. Tam şehzadeyi padişaha teslim etme günü geldiğinde sarayın önüne yüksekçe yer yapıldı.eğitimini tamamlayan şehzade, oradan halka hitap edecekti. Aşağıda büyük bir kalabalık, merak içinde şehzadelerini görmek için bekliyordu. Yukarıda ise padişah, vezirler saray erkanı ve zavallı alim konuşmayı dinleyeceklerdi.

Nihayet şehzade, hazırlanan yüksekçe yerin ortasına kadar geldi. Aşağıdaki kalabalığa baktı, zaten heyecanlıydı, bir kat daha arttı heyecanı. Babası vardı, sonra vezirler, alimler…. ne yapacağını ne söyleyeceğini hepten unuttu. Eliyle birşeyler anlatmak ister gibi garip işaretler yaptı, yutkundu ve sonunda:
– bir ok attım kebap oldu, deyiverdi.

Birden Ortalığı bir sessizlik kapladı. Halk bunun ne demek olduğunu anlamaya çalışıyordu. Saray erkanı şaşkındı, padişah alime bakıyordu. Kellenin gideceğini fark eden alim orta yere geldi ve dedi ki:
– şehzadem öyle uzun sözü sevmez, ne anlatacaksa özlü bir şekilde anlatır. Dediği şu ki, en son ava gittiğimizde kimsenin vuramadığı bir ceylanı ilk atışta yere serdi şehzadem. Sonra da kebap edip afiyetle yedik.
Bu açıklama üzerine padişah çok memnun oldu, halk alkışlamaya başladı, saray erkanı mutluydu. Olan biten karşısında biraz kendine güveni gelen şehzade, bu kez daha yüksek bir sesle kalabalığa dönüp bağırdı:
– bir ok attım göl oldu….

halk alkışlamaya başladıysa da, padişahın ciddiyetini görünce kestiler. Herkes alime döndü. Bakalım şehzade bu sözü ile ne anlatmak istiyordu? Herkesin kendisinden bir yorum beklediğini gören alim yine öne çıktı. Can tatlıydı, bir açıklama yapmak lazımdı. Dedi ki:
– şehzademin anlattığı şu ki,şehrimize su getiren ırmağın önünü bir kaya kapatmıştı. Şehzadem yayını gerdi, bir atışta kayayı iki parça etti. Böylece bizler susuzluktan kurtulduk
bir alkış tufanı daha koptu. Alim alnındaki terleri sildi. Bu defa da kelleyi kurtarmıştı. Padişaha bakıp tebessüm etmeye alıştı. Sonra herkes gibi şehzadenin ne söyleyeceğini beklemeye koyuldu. Şehzade durumdan memnundu. İyice coştu, ellerini havaya kaldırdı ve son sözünü söyledi:
– bir ok attım aşure oldu…
sessizlik… sinek uçsa kanadı duyulacak. Bütün bakışlar yine alimin üzerinde ama o bir açıklama yapmak yerine padişaha doğru yürüdü. Önüne varıp diz çöktü. Eliyle kafasını işaret ederek:
– hünkarım , dedi, işte başım, ferman sizindir.yalnız şu serseriye sorun, attığı ok nasıl aşure olmuş, bir de ben bileyim!..