“Adam eve hanımının yanına geldi, onu çok üzgün gördü. Yanında oturdu, şefkat ve sevgi dolu bir ses tonuyla başını okşayarak: -“Biliyor musun, sen dünyanın en güzel ikinci kadınısın” dedi tebessümle. Kadın başını kaldırdı, hayret ve şaşkınlık içerisinde: -“Peki birinci kim ki?” diye sordu. Adam, gayet emin bir tonla cevap verdi: -“Mutlu ve tebessüm ettiğin zaman
Hz.Ömer (r.a), sessizce Allah Resulünün dinlenmekte olduğu odaya girer. Girdikten sonra bir an çevresine göz gezdirir. Tavana asılmış kuru bir deri parçası, bir torbanın içinde bir kaç kilo arpa, duvara dayalı birkaç ağaç yaprağı ve yerde Hz. Muhammed’in (s.a.v) üzerinde uyumakta olduğu hurma lifinden örülmüş kaba bir hasırdan başka bir şey göremez. Bu manzara karşısında
Yaşlı baba ile onu ziyarete gelen 45 yaşında ve saygın bir işi olan oğlu salonda oturuyorlardı. Hal hatırdan, çoluk çocuktan, havadan sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu: ‘Bu ne oğlum?’ Oğlu şaşkın,
Şikago’da yaşayan ünlü Türk genetikçi Hande Özdinler’in annesinin vefatından sonra yazdığı hem bilimsel hem de duygusal yazısı MİTOKONDRİSİ BENDE KALDI. Annem vefat etti, onu yıkadık, pakladık, demir tabuta koyup Türkiye’ye uçakla getirdik. Oğlunun üstüne, eşinin yanına, toprağın içine sanki bir tohum eker gibi nazikçe, dualarla bıraktık. Bir ömür bitti, annem gitti… Ama annemin mitokondrisi bende
Bu olay 14 Ekim 1998 de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşmiş. Bir kadın, uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine itici birinin yanında oturamazdı. Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadığına bakacağını söyledi ve diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle
Vaktiyle, görkemli bir malikanede yasayan, yaşlı, çok zengin bir adam varmış. Malikane, gözalıcı güzellikte güllerin yetiştiği bir bahçenin içinde yer alıyormuş. Bu yaşlı zenginin evine, her hafta belli bir gün, orta yaşlı, tatlı dilli bohçacı kadın gelir ve yepyeni birbirinden güzel, pahalı kumaşlarını önce adama sonra çalışanlarına sunarmış. Bir gün Bir gün yine Malikane’ye gelmiş
Bir adamın bir keçisiyle bir de eşeği varmış. Keçi: “Ona benden daha iyi bakıyorlar! Onu benden daha iyi yediriyorlar!” diye eşeği kıskanmış. Bir kurnazlık düşünmüş, eşeğe demiş ki: “Ne olacak bu senin durumun? Bir değirmen taşına koşarlar, onu çevirirsin, bir arkana yük vururlar, onu taşırsın! Bir gün rahat ettiğin yok… Ben senin yerinde olsam ne
Bir kimsenin bir tarlası vardı. Onu satmak istiyordu. Bir gün tarlayı almak isteyen bir adama geldi tarlasını istedi. Adam tarlayı sattı. Tarlayı alan kimse ekim yapar iken bir toprak küp buldu. Küpü açtı ve içi altın dolu idi. Adam imanlı kul hakkını bilen biri idi. Kendi kendine ben sadece tarlanın üstünü satın aldım ve ona
Eski zamanların birinde bir otlakta öküz sürüsü yaşarmış. Yaşarmış yaşamalarına ama civardaki aslanlar bir türlü rahat bırakmazmış onları. Hemen her gün saldırırlarmış bu sürüye. Öküz dediğin öyle yabana atılır bir hayvan değil ki, bir araya toplandılar mu kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları. Gerçi bir iki sıyrık alırlarmış ama… Yine de boyun eğmezlermiş aslanların zorbalığına.
Oğlu, güçlükle yürüyen babasını evlerinin yakınındaki parka götürür. Biraz yürüdükten sonra bir banka oturular. Yanlarına bir sığırcık kuşu konar. Yaşlı adam oğluna dönüp; – Bu ne kuşu oğlum? – Sığırcık kuşu baba diye cevap verir genç adam Kısa bir süre sonra yaşlı adam yine – Bu ne kuşu oğlum? – Sığırcık kuşu dedim ya baba